top of page

Teori ve Pratiğin Dansı: Deneyim, Değişim ve Bedenle Bağ

  • Yazarın fotoğrafı: Tugba
    Tugba
  • 15 Tem 2023
  • 2 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 11 Eyl


ree

Son zamanlarda daha az kitap okuyorum. İçimden gelmiyor. Elime aldığımda da çoğu kez hülyalara dalıyor, hayaller kuruyorum. Tıpkı ders çalışmak için masasına oturup dakikalar içinde hayallere kayan bir ergen gibi.


Kitap bilgisi güzel, gerekli de. Ama bir yerde pratiğe dönüşmezse eksik kalıyor. Çünkü insan ancak deneyimlediğinde, öğrendiklerini hayatına kattığında o bilgilerle hemhal olabiliyor. Okunan bilgiyle yaşanan bilgi arasında büyük bir fark var.


Ben bugüne kadar yaşadıklarımı genelde kabullenebilen biriydim. Bu benim doğal özüm gibi: kabullenmek. Tabii ki kızar, kavga eder, üzülür, ağlarım.


Ama sonra kendi kendime kalır, içimden doğal bir şekilde yükselen o sesi duyarım: “Bu da geçer ya hu.”


Yalnızlık, kendi varlığımla baş başa kalabilmek benim için hep kolay, kendiliğinden gelen bir huzur oldu.


Dışarıdan bakınca bu çoğu insana ne güzel görünebilir: “Kadın kendiliğinden huzurlu, sakin, mutlu.” Evet, öyle. Ama bir eğitmen olmak, ilişkilerimde insanları daha iyi anlayabilmek istiyorsam işte burada zorlanıyorum.


Çünkü benim için çok doğal olan şey, başkaları için hiç de öyle kolay değil. Kaygı, anksiyete, depresyon yaşayan birine “huzuru” anlatmak yetmiyor. Onu anlayabilmek için onunla zaman geçirmek, ilişki kurmak, dünyasına girmek gerekiyor.


Bunu düşündüm son günlerde: Peki onları nasıl anlarım? Kendi kabuğumdan çıkarak. Dünyaya karışarak. İnsanlarla ilişki kurarak. Yavaş yavaş, zamanla, kendime öğrenme fırsatı tanıyarak. Ve belki de içimde kendiliğinden bulunan huzuru paylaşarak.


Bunun için cesaret, özgüven gerekiyor. Ve özgüven için de başarısız olmayı, rezil olmayı, beceriksiz görünmeyi göze almak. Hepimizin içinde farklı hediyeler var. Onları fark edip hazır olduğumuzda paylaşmak gerek.


Son haftalarda bununla ilgili minik bir adım attım. Sosyal medyada artık düşüncelerimi, hislerimi daha fazla paylaşıyorum. Eskiden paylaşır, sonra “ya kimse sevmezse” diye silerdim. Şimdi bıraktım. Çünkü kendimi sakladığımda, fikirlerimi paylaşmaktan korktuğumda, aslında varlığımı da saklamış oluyorum.


Değişim yavaş gelir. Günbegün biriken kum taneleri gibi. Bir bakarsın dağ olmuş, manzara değişmiş. Eğer gönüllüysen ve biraz çaba gösteriyorsan o değişim mutlaka gelir.


Son yıllarda bana keyif veren şey, geleceği bilmemek oldu. Geçmişime beni bugüne getirdiği için şükretmek, bugünü olabildiğince fark etmek, parça parça değiştiğimi görmek ve buna çocuklar gibi sevinmek. Yarına merakla, muzipçe gülümsemek.


Bu süreçte bedenimle bağ kurmak da önemli bir yer tuttu. Dans etmeyi hep uzaktan severdim, sonunda derslere başladım. Kadın bedeni döngülerini uzun zamandır merak ediyordum, bununla ilgili gruplara katıldım.


Bedenimi, onun mevsimlerini fark etmeye başladım. Omurgamı dans ettirmek, hayvansılığımızla tanışmak, bize verilen bu bedeni onurlandırmak… Bunlar bana büyük bir hediye ve keşif alanı oldu.


Ve bedenimi sevmek. Olduğu gibi, standartları reddederek. Sistem hep aynı kalıptan çıkmış bedenler, yüzler, saçlar sunuyor bize. Oysa herkes biricik. Her kadın farklı gövdesi, yüzü, elleri, ayaklarıyla eşsiz ve güzel. Bunu hatırlamak ve hatırlatmak da bana zevk veriyor.


Teori–pratik derken işte buraya geldim. 28 yaşımdan 36’ma kadar olan zaman dilimi daha çok teoriyle geçti. Şimdi bireysel yaşamımda pratiğe geçiyorum. Ve adım adım bunu başkalarıyla da paylaşmaya niyet ediyorum.


Bu bir niyet. Bugünden yarına olmayacak belki. Ama biliyorum ki adım adım gelecek. Ne zaman olacağını bilmiyorum. Ama işte o bilme–bilmeme hâli, kendini akışa bırakmak, güvenmek… Asıl dans da burada.

Yorumlar

5 üzerinden 0 yıldız
Henüz hiç puanlama yok

Puanlama ekleyin

© Dreamandreamer 2025

bottom of page