Dünya Benim Plasentam: Teslimiyet, Beden ve Sonsuzluk
- Tugba
- 3 Mar
- 2 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 10 Eyl
“Dünya benim plasentam.” Ne güçlü bir söz… Bırakmanın ya da çabasızlığın ardında yatan derinliği işaret eden bir söz. Peki, bu cümlenin arkasında ne var? Teslimiyetin özünde ne saklı?
Teslimiyet, çoğu zaman yokluk kapısından geçmek gibi anlatılır. Maldan, mülkten, tutunduğumuz her şeyden özgürleşmek… Peki ya “hiçlik” nedir?
Tasavvufta denir ki: “Arayan bulamaz ama bulan hep arayandır.” Bu söz, arayışın kendisinin yolculuk olduğunu, bulmanın ise beklenmedik bir anda geldiğini hatırlatır. Tıpkı soluksuz ararken bir anda durup nefes almanın, içindeki hakikati açığa çıkarması gibi.
Tutunduğumuz Şeyler ve Bırakmak
Hepimiz bir şeylere tutunuruz:
Bilgilere, inançlara, mantığımıza, hırslarımıza, yargılarımıza...
Avucumuzun içinde sıkı sıkıya tuttuğumuz her şeyin bizi yaşama bağladığını sanırız. Peki ya avucumuzu yumuşacık açıp bırakabilsek? Elimizden düşse, kaybolsa… Ne olur?
Belki önce korku gelir. Belki şaşkınlık. Bazen de bir bin aynalı odaya girmiş gibi oluruz. Her aynada farklı yüzümüzü görürüz: kaçtığımız yüzümüzü, sevdiğimiz yüzümüzü, karanlık tarafımızı…
Eşyanın Hakikati ve Ayetler
Tasavvufta “eşya”, yani yaratılmış olan her şeyin bir hakikati vardır. Bir ağaç, bir yol, bir taş, bir yıldız… Hepsi ayettir; yani ilahi bir işaret. Görmesini bilene her şey okumak için açılmış bir kitaptır.
Sonsuz okyanusun içinde her şey okyanusa dahildir. Bir damlayı görünce bildik mi sandık okyanusu?
Okyanusu tek bir damlada sanmak gibi, bazen bütünü bir parçada görmek isteriz. Ama aslında her şey bütüne dahildir; görünen ve görünmeyen, bildiğimiz ve bilmediğimiz.
Beden de Bir Plasenta
“Dünya benim plasentam” derken, sadece dünyayı değil bedenimizi de düşünmek gerekir. Beden, bu dünyadaki ilk yuvamızdır. Hislerimiz, duyularımız, duygularımız, düşüncelerimiz… Hepsi bize yön gösteren bir pusuladır.
Bedenle çalışmak, bedeni hissetmek bu yüzden çok kıymetlidir. Çünkü bedenin içinde genişledikçe, sonsuzluğun bedendeki karşılığını fark etmeye başlarız. Akılla kavranamayan sonsuzluk, belki de bedende bir duyum olarak kendini gösterir.
Bilmenin ve Tekâmülün Sonsuzluğu
“Ne istediğini bilen bir zihin, derin bir tecrübe yaşayamaz.” der Maharaj.
Bilmeye değil, bilmemenin bilgeliğine razı olmak… Kaybetmeye, düşmeye, sadece var olmaya razı olmak…
Bir büyüğümün dediği gibi: İnsan, aklıyla sonsuzluğu idrak edemez. İnsan, mantık ötesi bir varlıktır.
Bazı bilgilerin üzerinden yıllar geçse de, gerçek idrak sadece yaşadığımızda gelir. O yüzden bilmenin, anlamanın ve derinleşmenin sonu yok. Tekâmülün de sonu yok. Sonsuzluğun da.
Sonuç: Dünya, Beden ve Hatırlamak
Dünya da beden de bizim plasentamız. İçinde büyüyor, olgunlaşıyor ve doğmak için hazırlanıyoruz. Doğan çoktan doğdu belki, bize düşen tek şey gözlemlemek: izlemek, dinlemek, akmak, olmak.
Tutunduğumuz her şey geçici ama içimizde hatırlamayı bekleyen şey sonsuz. Hatırlamaya ihtiyacı olan biziz. Çünkü içimizde saklı gizli hazine bizi çağırıyor.
Ve her doğum gibi, bu da cesaret istiyor:
Bırakmaya, teslim olmaya, dönüşmeye cesaret.
Yorumlar